Türkiye'de ilk tiyatro ne zaman kuruldu ?

Bengu

New member
Türkiye’de İlk Tiyatro Ne Zaman Kuruldu? Sahnenin Işığı Altında Toplumun Gölgesi

Bir forum dostu olarak şunu sormadan edemiyorum: “Tiyatro sadece sanat mıdır, yoksa toplumun aynası mı?” Türkiye’de tiyatronun doğuşu, sadece sahneye çıkan ilk perdeyle değil, o perdenin ardında kimlerin görünüp kimlerin görünmediğiyle de ilgilidir. Dolayısıyla “ilk tiyatro ne zaman kuruldu?” sorusu, yalnızca bir tarih meselesi değil; toplumsal cinsiyet, sınıf, ırk ve kimliklerin nasıl temsil edildiğini anlamak açısından da bir dönüm noktasıdır.

---

Osmanlı’da İlk Sahne: 1839 ve Toplumsal Gerilimin Başlangıcı

Türkiye’de tiyatronun kurumsal anlamda doğuşu, 1839 Tanzimat Fermanı’nın ardından, Batılılaşma hareketlerinin hız kazandığı döneme rastlar. 1840’larda Güllü Agop’un öncülüğünde kurulan “Osmanlı Tiyatrosu”, resmi olarak Türk tiyatrosunun başlangıcı kabul edilir. Ancak bu sahneye çıkanların kim olduğu kadar, çıkamayanlar da tarihin önemli bir parçasıdır.

O dönemde tiyatro sahnesi bir yenilik, bir modernleşme aracıydı. Fakat bu modernliğin sınırları, toplumun cinsiyet ve sınıf yapısıyla keskin bir şekilde çizilmişti. Kadınların sahneye çıkması yasaktı; kadın rollerini genellikle Ermeni ya da Rum erkek oyuncular oynardı. Bu bile tek başına, Osmanlı toplumundaki “görünmez kadın” olgusunun sanata nasıl yansıdığını gösterir.

---

Toplumsal Cinsiyet: Perde Arkasında Görünmeyen Kadınlar

Kadınların sahneye çıkamaması, yalnızca dini bir yasak değil, toplumsal cinsiyet rollerinin derinlemesine bir sonucuydu. “Namusa dayalı sosyal denetim” kavramı, kadının bedeni ve sesi üzerindeki kontrolün tiyatro gibi kamusal sanatlarda da sürmesini sağladı.

Ancak kadınlar tamamen yok değildi. 19. yüzyılın sonlarına doğru Azize Hâtun, Afife Jale gibi öncü isimler, yasaklara rağmen sahneye çıkmayı göze aldılar. Afife Jale’nin 1920’de Darülbedayi’deki ilk rolü —“Yamalar” adlı oyunda— aslında bir kadın değil, bir cesaret sembolüydü. Onun hikâyesi, sadece bir sanat mücadelesi değil, patriyarkal yapıya karşı verilen varoluş mücadelesiydi.

Kadınların tiyatroda görünür hale gelmesi, Cumhuriyet dönemiyle birlikte hız kazandı. Ancak sahnede görünürlük, her zaman eşitlik anlamına gelmedi. Kadın oyuncuların sıklıkla “güzellik” veya “duygusal” rollerle sınırlandırılması, sanatın içindeki cinsiyetçi yapıların sürmesine neden oldu.

---

Sınıf Meselesi: Sahnenin Önü ve Arkası Arasındaki Uçurum

Tiyatro, Osmanlı’nın son döneminde elit bir etkinlikti. İzleyiciler çoğunlukla yüksek gelirli, eğitimli, Batılılaşmış kesimden gelirdi. Halk tiyatroları, köy seyirlik oyunları ve meddah geleneği gibi halk temelli sanatlar ise “aşağı kültür” olarak görülürdü. Bu ayrım, tiyatronun sınıfsal karakterini derinleştirdi.

Modernleşme sürecinde “yüksek sanat” ile “halk sanatı” arasındaki bu uçurum, kültürel hiyerarşinin en belirgin örneklerinden biriydi. Bir köylü kadının hikâyesi sahnede yer bulamazken, aristokratların duygusal krizleri alkışlanıyordu. Bugün bile bazı tiyatro metinlerinde bu sınıfsal izleri görmek mümkündür.

---

Irk ve Kimlik: Çok Sesli İmparatorluğun Tek Dilli Sahnesi

Osmanlı çok uluslu bir imparatorluktu; ancak tiyatroda baskın dil Türkçe veya Ermenice idi. Rum, Yahudi ve Kürt topluluklarının kültürel katkıları genellikle arka planda bırakıldı. Bu da sahnenin görünürde çok sesli, gerçekte ise tek dilli bir yapıya dönüşmesine yol açtı.

Güllü Agop’un tiyatrosu aslında bu konuda bir istisnaydı. Agop, farklı etnik kimliklerden oyuncuları sahneye çıkararak bir tür kültürel köprü kurmaya çalıştı. Ancak devletin sansür mekanizmaları, özellikle 1870’lerden sonra tiyatroyu “millileştirme” yönünde baskılar uyguladı. Böylece sanatın birleştirici değil, ayrıştırıcı yönü öne çıktı.

---

Cumhuriyet Dönemi: Kadınların Sesi, Erkeklerin Sahnesi

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte tiyatro devletin modernleşme aracına dönüştü. Halkevleri ve Devlet Tiyatroları aracılığıyla tiyatro, halk eğitiminin bir parçası haline getirildi. Kadınlar artık sahnedeydi; ancak sahnede söyledikleri metinler, genellikle erkek yazarlar tarafından belirleniyordu.

Burada ilginç bir toplumsal denge oluştu: Kadınlar sahnede daha görünür hale gelirken, üretim alanında (yazarlık, yönetmenlik, eleştiri) hâlâ erkek egemen bir yapı sürüyordu. Erkekler daha çok “sorunu nasıl çözeriz” bakış açısıyla tiyatroyu reformcu bir alan olarak görürken, kadınlar “nasıl hissettik?” sorusunu sahneye taşıyordu. Bu farklılık, tiyatronun estetik yönünü olduğu kadar, politik yönünü de şekillendirdi.

---

Modern Tiyatroda Eşitsizliklerin Yankısı: Kadınlar, LGBTİ+ Bireyler ve Yeni Sınıf Gerçekliği

Bugün tiyatro artık yalnızca sahnede değil, sosyal medyada, sokakta ve dijital platformlarda da var. Ancak temsil sorunu hâlâ devam ediyor. Kadınların, LGBTİ+ bireylerin ve alt sınıflardan gelen sanatçıların yeterince desteklenmemesi, sanatın demokratikleşmesini engelliyor.

Örneğin 2023’te yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’deki tiyatro oyunlarının yalnızca %28’i kadın yazarlar tarafından kaleme alınmış. Kadın yönetmen oranıysa %15’in altında. Bu veriler, “eşitlikçi sahne” idealinin hâlâ bir hayal olduğunu gösteriyor.

Ancak umut da var. Yeni nesil tiyatro toplulukları, toplumsal cinsiyet eşitliğini merkezine alarak üretim yapıyor. Erkek sanatçılar arasında da artan bir farkındalık var: Çözüm, sadece kadınların daha fazla görünmesi değil; erkeklerin de bu görünürlüğü desteklemesi, alan açması.

---

Tartışmaya Açık Sonuç: Sahne Herkese mi Ait?

Türkiye’de ilk tiyatronun kurulması, yalnızca sanatsal bir devrim değil; toplumsal yapının aynasıydı. O ilk perde açıldığında, toplumun hangi yüzü görünüyor, hangisi gölgede kalıyordu?

Bugün hâlâ aynı soruları sormalıyız:

- Kadınlar, azınlıklar ve yoksul sınıflar tiyatroda sadece “temsil edilen” mi, yoksa “üreten” mi olmalı?

- Sanat, eşitsizlikleri yeniden mi üretir, yoksa onlara meydan mı okur?

- Tiyatronun demokratikleşmesi için sadece sahneye değil, kulise, kaleme ve izleyiciye de eşitlik getirmek mümkün mü?

Belki de ilk tiyatro 1840’larda kuruldu, ama gerçek “tiyatro toplumu” hâlâ kurulmayı bekliyor. Çünkü perde gerçekten kapanmaz; sadece kimin ışıkta, kimin karanlıkta kaldığı değişir.